ÇORUM İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Sözel Ürünler-Anlatmalar

Destan:

Yapıları ve hususiyetleri farklı olmasına rağmen, sözlü ve yazılı kültür geleneği, birbiriyle etkileşim içindedir. Bu etkileşim sayesinde, süreklilik gösteren bir gelişme ortaya çıkmaktadır. Sözlü halk edebiyatının icra edeni olarak taşıyıcısı konumunda bulunan âşık, ortaya koyduğu eserlerin hem şairi hem de bestekârıdır. Kendisinin dizip koştuğunu yine kendi buluşu olan ezgilerde, zaman içinde değişen çalgı aletleri ile hem çalmış hem de okumuştur. Türk kültür tarihinde, geleneğin esas icracılarının yanı sıra, profesyonel karakterde olmasa da, “amatör icracı” özelliği gösteren kişilerin varlığını görüyoruz. Yetişme ve kendilerini dinletme itibariyle âşık sanatçılardan ayrılan ve genel niteliği itibariyle ehlidil olan kişiler, Çorum’da da geçmişten bu güne yaşamış ve eserler ortaya koymuştur.

Gerek usta icracı olan âşıkların gerekse amatör kaynak kişilerin ortaya koyduğu eserlere bakıldığında, “destan” metinlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Destanlar, günlük hayatın herhangi bir olayı veya konusuna dair söylenebileceği gibi; âşığın veya amatör icracının duygu-düşünce dünyasında yer bulan bir hususu dile dökebileceği içerikte de olabilir. Yapısı itibariyle 5 ile 7 kıtadan fazla olan destan metinleri, yaygın olarak hecenin 11’li ölçüsü ile söylenmektedir. Çorumlu Dergisi’nde bulunan Âşık Haydar’a ait destanın dört kıtası şöyledir:

Sabahleyin erken yollara baktım
Kanlı kamyon nasıl kıydın Necibe
Kör olasın şoför yoluna çıktın
Kanlı kamyon nasıl kıydın Necibe

Bu kaza bilinmez gelecek başa
Kimse yok ki imdadıma ulaşa
Gelin ağlaşalım Necip çavuşa
Kanlı kamyon nasıl kıydın Necibe

Dönmüyor dilleri ezilmiş başı
Ağıttan figandan inleşir çarşı
Çok hizmeti vardır Çorum’a karşı
Kanlı kamyon nasıl kıydın Necibe

Âşık Haydar der ki söylerim size
Yolumuz duş geldi kudomsuz göze
Çorum vilâyetinde oldu bu kaza
Kanlı kamyon nasıl kıydın Necibe

Efsane:

Efsanenin anlattığı şeyler, doğru, gerçekten olmuş biçiminde kabul edilir. Bu noktada, efsane ile masal birbirinden ayrılır. Efsane metinlerinde, düz konuşma diliyle ve her türlü üslup kaygısından uzak, hazır söz kalıpları ve söyleyişleri görülür. Efsanede, bazen, olağanüstü olaylar ya da insanüstü güçlere sahip kişilere yer verilebilir. Dünya milletlerinin farklı içerik ve yapı özelliği taşıyan efsane metinleri vardır. Türk kültüründe de, efsane anlatmaları, tespit edilen malzemenin yoğunluğuna baktığımız zaman oldukça geniş bir yer tutmaktadır.

Çorum’dan derlenmiş Binek Taşı Efsanesi metni: Bir zamanlar bir kıza bir adam aşık oluvermiş. Oluyor ama adamın da hiçbir şeyi yok. Babası da bunu vermek istemiyor. Bu kızı babası Çorum’da başkasına veriyor. Oğlan da o kadar çok kahroluyor ki, üzüntüsünden gidiyor kızın kervanının geleceği yere. “Çevreyolu” deriz biz. Oraya gidip oturuyor, yol kenarına. Biraz bekledikten sonra kervanların geldiğini görüyor. Kervandaki adamın biri diyor ki; 

-Sen ne yapıyorsun burada? Per perişan bir hâldesin. Neyin var? İşin gücün yok mu senin? diyor.
Oğlan da diyor ki;
-Ben burada oturup, gelen giden atların eyerlerini çekerim, diyor.
-O zaman sen, gelinin atının eyerini çek, diyor adam.

Neyse adam çekiyor atın eyerini. Giderken diyor ki;
-Eyer! Eyer! Sunam başkasına gidiyor, sakın onu koy verme, diyor.

Sonra da eyer geline yapışıyor. Sonra da oğlan üzengiye;
-Üzengi! Üzengi! Sunam başkasına gidiyor, sakın onu koy verme! diyor.

Üzengi de geline yapışıyor. En sonunda kervanların bitiş yerine geliyorlar böyle. Binek taşına diyor ki;
-Binek taşı! Binek taşı! Sevdiğim başkasına gidiyor, onu alıp koy verme, diyor.

Ondan sonra oğlan kızı indiriyor. Ama o anda oğlan kıza sarıldığında ikisi de taş oluveriyor. Herkes o anda birbirine hayretle bakıyor. Büyük bir sevginin efsane oluşuna şahit oluyor herkes.

Fıkra:

Fıkralar küçük hikâyelerdir. Nesir hâlinde, kimi zaman karşılıklı konuşma veya düz anlatım biçiminde oluşturan fıkralarda; bir tabiat ve topluluk gerçeği, cemiyetteki aksaklıklar, hatalı davranan kimseler, çeşitli tipler ve cemiyetin dikkat çekici her türlü görünüşü bir vak’a çerçevesinde nükteli bir şekilde anlatılır ve tenkit edilir. Güldürücü ve düşündürücü olan fıkralar, küçük mizah ve hiciv hikâyeleridir. Nasreddin Hoca, Bektaşi ve İncili Çavuş, Temel, Kara Kadı, Karatepeli gibi önemli fıkra tipleri vardır. Çorum’da derlenen fıkralar içinde, Temel Fıkraları ayrı bir yer tutmaktadır. Bunlardan birkaçını aşağıya alıntılıyoruz: Temel gazete okurken bir iş ilanı görür. Aranan şartlar, üniversite mezunu olması, yabancı dil bilmesi… Temel gazeteden bu ilanı keser, Trabzon’dan arabaya atlar, İstanbul’a gider. İş ilanı veren yerin adresini araya sora bulur. İçeri girer. İş görüşmesinde adam sorar:

-Hangi fakülte mezunusun?
Temel;
-Ben ilkokul mezunuyum.
İşveren;
-Şartlarımızdan biri üniversite mezunu olmaktı!
Temel;
-Olsun ben yine de geldim.
İşveren;
-Peki yabancı dil biliyor musun?
Temel;
-Bilmiyorum.
İşveren;
-Peki ne diye geldin buraya?
Temel;
-Haaa! Benden ümidinizi kesin demeğe geldim…

Masal:

Halk arasında, yüzyıllardan beri anlatılmakta olan ve içinde olağanüstü kişilerin, olağanüstü olayların bulunduğu, “bir varmış bir yokmuş” gibi klişe bir anlatımla başlayan, belli bir uzunluğu olan, sonunda “yedi içti muradına erdi” gibi yahut “onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine”, “gökten üç elma düştü biri anlatana biri dinleyene biri de bana” gibi belirli sözlerle sona eren, zaman ve mekân kavramlarıyla sınırlı olmayan sözlü anlatım türü olarak tanımlanmaktadır.

Çorum’dan derlenmiş “Ayşecik Fatmacık” isimli masal:
Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu pek çokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Mustafacıkla Fatmacık varmış. Babaları bunları dağa götürmüş. Çuvalı dala asmış. Bir yanına da kabak takmış. “Çuvala alıç toplayın” demiş. Kabak da odun yapar gibi tıh tıh tıh tıh odun yarıyor sansınlar diye. Çuvalın ağzını yırtmış babası. Çuvala alıcı topluyorlarmış, topluyorlarmış çuval dolmuyormuş; topluyorlarmış, topluyorlarmış çuval dolmuyormuş. Akşam olmuş. Hava kararmış. Fatmacık demiş ki Mustafacığa; -Kardeş nereye gidelim şimdi? 

Biraz ileri gitmişler ki ileride horoz ötüyor, duman tütüyor, enik çöküyor. “Horoz öten yere gitsek, horoz kapar; enik çöken yere gitsek enik kapar. Gel biz duman tüten yere gidelim.” Duman tüten yere gitmişler. Oradan, bacadan bakarken Mustafacığın şapkası düşmüş. Şapkası düşünce; 

-Ebe, demiş, şu şapkayı bir ver, demiş. 

Ebe de;

 -Yavrum gözüm görmüyor, gelin de alıverin şapkanızı, demiş. İnmiş aşağıya, bebekleri salar mı? Salmadıktan sonra;

-Ebe, bizim karnımız aç, demiş.

Bir şeyler hazırlamış yedirmiş bebeklere. Ondan sonra da bebekleri uyutup da yiyecekmiş. Bebekler de uyumamışlar hiç.

-Yavrum uyusanıza!
-Uyumam, uyumayız. Anam bize galbırla su çekiyordu.
-Yavrum uyusanıza!
-Uyumayız, anam bize şunu yapıyordu bunu yapıyordu...
Sabah olmuş. Sabah olduktan sonra dişlerini bilettirmeğe gitmiş dev. Evde de bakıcı varmış, devin bakıcısı. Dev demiş ki;
-Bebeklere bari ala danayı al da gel.
-Alayım da geleyim, demiş.
Ala danayı getirmiş, bebekleri çuvaldan çıkartmış. Çuvala koymuşmuş dev. O çuvala danayı koymuş. Bebeklerinin birinin
eline tarak vermiş, birinin eline sabun vermiş, bir de ellerine su vermiş. Suyu atmışlar ırmak olmuş, dev gelememiş;
tarağı atmış diken olmuş, dev batmış gelememiş; sabunu da kaymış, gelememiş. Ondan sonra da yemişler, içmişler, muratlarına geçmişler.

Halk Hikâyesi:

Çorum âşıklık geleneğinde; hem âşıklar hem de amatör anlatıcı veya meraklı grubu diyebileceğimiz kişiler arasında, geleneksel hikâye formuna uygun biçimde anlatım türlerine pek rastlanmadığını görüyoruz. Ancak, “serencam” biçiminde olan ve yaşanmış olayların, geleneksel söz kalıpları ile işlenerek anlatım-anlatı hâline dönüştürülmüş biçimleri daha yaygın olarak anlatılmaktadır.

Türkü:

Çorum türkü repertuarı oldukça zengindir. Yörede, bağlama ailesinin tüm çeşitleri kullanılmaktadır. Üflemeli çalgılardan zurna, tüm halay havalarında görülmektedir. Ağaç, kamış ve kemikten yapılan dilli ve dilsiz çoban kavalı, dilli çoban düdükleri; sonradan gelmiş de olsa bazı köylerde klarnet, kullanılan diğer üflemeli çalgılardır. Yaylı çalgı olarak kabak kemane görülmektedir. Vurmalı çalgılardan en yaygın olanları davul, def, zil ve kaşıktır. Bazı sözlü ve yazılı kaynaklarda, Ankara yöresine ait olduğu kaydedilen, ancak Çorum repertuarına kayıtlı bulunan Fidayda Türküsünün metni şöyledir:

Fidayda Türküsü (ve oyunu)
Dama bulgur sererler
Çıkma boyun görerler
Saçların tel tel olmuş
Sırma diye örerler

Fidayda fidayda fidayda
Pek hoşuma gidiyo bu gayda
Beş yüz lira yedirdim bir ayda
Tarla tapan koymadım ne fayda

Gidiyom gidemiyom
Ben yarsiz edemiyom
Yarim cahil ben cahil
Bırakıp gidemiyom

Fidayda fidayda fidayda
Pek hoşuma gidiyo bu gayda
Beş yüz lira yedirdim bir ayda
Tarla tapan koymadım ne fayda

Kültür ve Turizm Bakanlığının yayımladığı Anadolu Halk Türküleri ve Ezgileri isimli eserde yer alan bir başka Çorum türküsü metni:

Odayın yapusuna
Çık otur kapusuna
Canımız gurban olsun
Güzelin hepisine

Mencoğlu Mencoğluya can gurban
Can gurban canım gurban

Su gelir millendirir
Çayırı çillendirir
Şu gelen kimin gızı
Şu gelen kimin yarı

Mencoğlu Mencoğluya can gurban
Can gurban canım gurban

Mani:

Sözlü geleneğin en önemli taşıyıcı şiir şekillerinden biri de “mani”dir. Çorum yöresinden derlenmiş mani metinleri, Anadolu sahası genel mani formuna uygun özellikte ve çeşitliliktedir. Konuyla ilgili, öncelikle Çorumlu Dergisinde yer alan manilerle birlikte, müstakil çalışmalarda da bu tür derlenmiş malzeme görülmektedir. 

Entarisi penbeden
Ay doğdu günü gözler 
Ne tez usandın benden
Yârim düğünü gözler

Tenhada bulur isem
Ezelden bir gün gördü
Öcüm alırım senden
Yine o günü gözler

Altunu eridirim
Altun yüzük morayı
Sözümü yörütürüm
Vatan tuttun orayı

İlmeğim elimdedir
Genç başını seversen
İpimde çürütürüm
Sıla eyle burayı

Ak elma soyulur mu
Elmayı dalda koyan
Güzele doyulur mu
Gözlerim yolda koyan

Güzel seven yiğidin
Ne gâvur ne Müslüman
Kolları yorulur mu
Beni bu hâle koyan

Bu gün ayın on beşi
Bu dert beni ağlatır
Yandı ciğerim başı
Yarama duz bağlatır

Ne yârden haber geldi
Benden ayrı düşüşün
Ne dindi gözüm yaşı
Ciğerimi dağlatır

Bülbül bir küçük kuştur
Ötüşü gayet hoştur
Kınamayın bülbülü
Âşıklık müşkül iştir

Ninni:

Uyuması istenen çocuğa veya çocuğu hoplatıp severken söylenen; birtakım duygu, düşünce, inanç, umut ve hayalleri, sevinç ile acıları ihtiva eden; çoğunlukla dört mısra biçiminde söylenen ve mısra sonlarına birtakım klişe sözler ilave edilerek ezgi ile terennüm edilen manzum sözlerdir. Anne ile çocuğun ahengini, birliğini, yakınlığını ve uyumunu sağlayan bu edebî ürünler; ninni söylemek, ninni demek, neni çalmak, nen eylemek, nenen demek adlarıyla bilinir ve kullanılır.

Çorum’un Sungurlu ilçesinden derlenmiş ninni biçimindeki 7 heceli mani metni şöyledir:

Haydi yavrum haynini
Sıçan yemiş boynunu
Sıçan değil kurtumuş
Kulakları dördümüş, ninni yavrum ninni.

Haleylim havasına
Aş koydum tavasına
Aşını hep bitirmiş
Anası da yatırmış, ninni yavrum ninni.

Haydi yavrum hoppala
Seni vermem topala
Topal seni götürür
Öper sıkar getirir, ninni yavrum ninni.

Nenni deyim uykun gelsin
Gurbet elden baban gelsin
Allah uzun ömür versin
Ninni yavrum ninni ninni

Ninnilerle uyur musun?
Bundan şifa bulur musun?
Ben olmazsam sen n’olursun?
Ninni yavrum ninni ninni

Bilmece:

Anlamı açık olmayan ve günlük kullanıma geçmemiş bulunan, mecaz ya da mecazlar topluluğudur. Bilmecenin tabiatı; bir olguyu, sözcükleri imkânsız gibi görünen bir biçimde yan yana getirerek tanımlamaktır. Eğlence, bilgi yarışması, zihin egzersizi, kültürün soru cevap yoluyla aktarımı gibi fonksiyonları olan bilmece türü, sözlü gelenek içinde, geçmişten bugüne yaşayan ve varlığını devam ettiren en önemli edebî türlerdendir. Çorum, diğer sözel ürünler gibi, bilmece anlatma, bilmece sorma alanında da, kaynak şehirlerden biridir. Teknolojinin gelişmesi, bilmecelerde sorulan veya ima edilen mevzuları doğal olarak değiştirmiş olsa bile, özellikle genç nesil arasında, bilginin/geleneğin güncellenmesi bağlamında, bilmece/bildirmece yaşatılmaktadır.

Çorumlu Dergisi’nde yayımlanmış bilmecelerden bazıları şöyledir:

-Yol üstünde kitli sandık (Mezar)
-Pat dedi pıt dedi, var şuraya yat dedi (Süpürge)
-Yol üstüne yoğurt dökülmüş, silerim gitmez süpürürüm gitmez (Ay ışığı)
-Dam üstüne deri serdim, bacaklarını geri serdim (Makas)
-Uzun oluk dibi delik (Baca)
-Osmancıktan sandık gelir sandıkçılar yapamaz, içlerinde boncuk gelir boncukçular dizemez, arasında mektup gelir değme kâtip yazamaz (Nar)
-Bir tabakta iki tavuk, biri sıcak biri soğuk (Gök, ay ve güneş)
-Yamyassıca filfillice (Mercimek)
-Alaca mezer, dünyayı gezer (Göz)
-Başı benzer eriğe, girer çıkar deliğe (Kahve dövülen dibek demiri)
-Karanlık yerde kaptan asılı (Ciğer)
-Yer altında dedem sakalı66 (Pırasa)
-Dört terkli beş değil, sudan başı hoş değil (Sabun)

Yörede derlenmiş manzum biçimdeki bilmeceler67, uzun tecrübelerle işlenmiş bir estetik ve algılayış özelliği taşımaktadır.

Ol nedir ki dört ayaklı canı yok
Sanasınkim bir deridir kanı yok
Günde yeni türlü güller bitirir
Güllerinin bülbülü nâlânı yok
Yüzbin hançer urar isen göksüne
Hançere göksün gerer noksanı yok (Gergef, çevre ve işlenilen nakış)
Ol nedir ki cismi canı karadır
Teni baştan başa pare paredir
Ayağından asıyor Tanrı anı
Yapışacak üstüne damlar kanı (Karadut)
Gönül alçak yüz yerde
Yüz yaram var yüz yerde
Hak yarattı görmedi
Ben görmüşem yüz yerde (Uyku)


Atasözü/Deyiş:

Halk arasında her türlü konuyu işleyen ve binlerce yıllık birikimi barındıran hikmetli, özlü ve veciz sözlere Atasözü denir. Diğer bir ifadeyle, atasözleri, cemiyetle beraber doğmuş, onunla birlikte oba oba, boy ve oymak olarak asırlarca göçebe hayatı yaşamış ve nihayet gelişip özleşerek de ulus hâline yükselmiş, medenîleşmiş törelerdir. Atasözleri bir fikir adamının, bir ehlidilin ağzından çıkmış olsalar bile, toplum bunlar üstündeki şahsilik izlerini silip, bütün kitleye mal etmiştir. Atasözleri, ait olduğu toplumun törelerini, yiğitçe söyleyişlerini; bazen bolluk, bazen kıtlık, kimi neşeli, kimi üzüntülü anlarını, gönülden kopmuş ifadeleri ihtiva eder. Bu yönüyle, doğrudan doğruya akıl ve mantığımıza seslenen nasihatlerdir. Her biri, “bilgi küpü” zenginliğinde bulunan atasözleri, nazım hâlinde söylendiği gibi, genelde bir veya iki cümleden oluşan nesir biçiminde de dilden dile aktarılmaktadır.

Çorum’da söylenen atasözleri ve deyiş bazıları şöyledir:

-Kara keçiyi gören içi dolu yağ sanır
-Allah’tan sağlık devletten aylık
-Adamın iyisi alışverişte altunun iyisi mehenk taşında
-Bacak kadar boyun var türlü türlü huyun var
-Bakmaz ayağının aksağına gider yolun yükseğine
-Biri yıldırım biri budak, döğüşürler kıdak kıdak
-Çakmaktaşının büyüğünden de ateş çıkar küçüğünden de

Ağıt:

Başta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ve manzum ürün olarak tanımlanmaktadır. Şayet ölenler için söyleniyorsa kendisine has makamla terennüm edilir. Söylenen sözler ölenle ilgili düşünce, duygu ve izlenimleri ihtiva eder. Yapısı ve konuyu işleyiş özelliğiyle çeşitli alt başlıklara ayrılarak incelenen ağıt türü, kişinin ve bazen de toplumun acısını “söz” ile ifade etmesi, aktarması yönüyle önem taşıyan edebî türlerimizdendir.

Çorum yöresi ağıtlarından bir örnek:

Gök yüzünü kara bulut bürüdü
Yavruyu saklıyor kollar içinde
Çalkışladan sanki bir dağ yürüdü
Beslemek istiyor güller içinde
Hasibe de köy içinde bir idi
Kurtulmaz gidiyor seller içinde
Aldı seller yavrusile gelini Aldı seller yavrusile gelini

Büktü Harun efendinin belini Büktü Harun efendinin belini
Bir yavrusu evde öksüz bakıyor Ana, baba, konu komşu geldiler
Gözlerinden kanlı yaşlar akıyor Ağlayarak düz ovaya doldular
Bu felâket çok yürekler yakıyor Bir gün sonra cenazesin buldular
Aldı seller yavrusile gelini Aldı seller yavrusile gelini

Büktü Harun efendinin belini Büktü Harun efendinin belini

1930’lu yıllarda, Alaca’ya bağlı Küre köyünde, birbiriyle kavgalı komşular vardır. Bunlardan biri de Deli Bayram ve komşusudur. Bir gün Deli Bayram’ın kavgalı olduğu komşusu, çocuğunu kaybeder. Çocuğu, Deli Bayram’ın kaçırdığından şüphelenirler. Deli Bayram aksini ispat edemediği için bu olayın sorumlusu olarak idama mahkûm olur. Çorum Saat Kulesinin dibine asılır. Olaya şahit olan Âşık Haydar, “Çorum Ağıtı” olarak bilinen dörtlükleri söyler:

Bir kuzu da taş dibinde meliyor
Yavrum ateşinden nasıl durayım
Firgatı da dağı taşı deliyor
Atatürk’e bir telgraf vurayım

Komşular da bulamamış geliyor
Müjdesine beş yüz altın vereyim
Yitirdim yavruyu ben bulamadım
Yitirdim yavruyu ben bulamadım

Âşık Haydar gezer kendi hâlinde
Dellallar çağırır Çorum ilinde
Alaca kazası Küre köyünde
Yitirdim yavruyu ben bulamadım

Çorum’da Halk Şiiri:

Çorum ili, tarihî derinliği ve coğrafî genişliği itibariyle, halk şiiri vadisinde önemli temsilciler yetiştirmiş illerden biridir. Hece ile yazılmış şiirlere ait cönkler, gerek özel koleksiyonlarda gerekse kütüphanelerde yer almaktadır. Çorum’un kültürel zenginliği, bütüncül ve tam bir “Çorumlu Âşıklar” listesini çıkarmayı zorlaştırmaktadır. Ön araştırmayla tespit edilecek isimlerin, ayrıntılı alan araştırması çalışmalarıyla ortaya çıkarılması sonucunda, âşıkların ve halk şiiri vadisinde şiir söyleyip/yazanların nitelikli bir listesiyle birlikte, biyografi bilgilerine ve şiir repertuarına ulaşmak mümkün olacaktır. Günümüzde, edebiyat araştırmacılarının yanı sıra müzikologlar ve edebiyat tarihçileri tarafından, âşıklığın, bir kaybolma noktasına geldiği düşünülmektedir. Tarihîne baktığımız zaman, geçmişte yüklendiği fonksiyondan uzak görünen âşıklık geleneği, toplum hayatında yaşanan değişim/dönüşüm sürecinden, en fazla etkilenen meslek ve sanat dallarından biri olmuştur. Bir kuşak önce, âşık meclisinde fasıl dinleyen orta veya ileri yaştaki bir dinleyicinin âşıklığa dair bilgisinin, sözlü ürünleri ezberleme ve kimi zaman istendiğinde hazırlıksız biçiminde söyleyebilecek kadar da bilinçli olduğu tespitinden yola çıkarak, günümüz âşıklarının, bir kuşak önceki dinleyicilerin sahip olduğu gelenek bilgisinin oldukça uzağına düştüğünü görmekteyiz.